Hollanda Bolkestein/Fortuyn çukuruna düştüğü yıllardan bu yana, göçmen kökenlilere karşı bir suçlama var: "Siz farklı olmayı bırakmalısınız. Siz bizim gibi olmalısınız. Farklı olduğuınuz için suçlusunuz". Hollanda'da egemen güçler "one size fits all" politikasını izliyor. "Göçmen Kökenliler" derken, yalnızca az gelişmiş ülkelerden gelen göçmenlerden sözediyoruz. Örneğin Hollanda'daki en kalabalık göçmenler arasında Almanlar var. Hiç kimse kalkıp onlara birşey demiyor. Ya da Amerikalı, İskandinav, İngiliz vb göçmenlere karışan yok. Tepki müslüman göçmenlere karşı.
Peki bu eleştirilen göçmen kökenlilerin eleştirilecek hiç bir yanları yok mu? Bunun yanıtı belli. Herkes gibi onların da var. Bu azınlıklar toplumsal,ekonomik,eğitimsel olarak Hollanda toplumunun gerisinde kalıyorlar. Ayrıca eksikliklerin yanısıra, gelenek,görenek,din,etnik yönlerden de farklılar. Şaşırtıcı olan, bunların göçmenleri anlamak ya da eksikliklerini düzeltmek yerine, göçmenlere karşı düşmanlık için kullanılması.
Toplumsal, Ekonomik, Eğitimsel gerilik
Öncelikle, göçmenler Hollanda'ya ekonomik ve eğitimsel olarak geri oldukları için getirildiler. Kimse de toplumsal gelişmişliklerine bakmadı. Hollanda ağır ya da "pis" kabul edilen bazı işleri eğitimli ve durumu iyi Hollandalara yaptıramadığı için, yurtdışından özellikle eğitimsiz ve parasız göçmen getirdi. İlginç olan, şimdi göçmenler tıpkı bu nedenlerden suçlanıyorlar!
Diyebilirsiniz ki, "ama ikinci, üçüncü kuşaklar hala geriler". İstesek te, istemesek te, gelişme bir tek kuşakta olmuyor. Siz kaç tane babası memur ama başarılı işadamı tanıyorsunuz? Var ama az. Başarılı işadamlarının çoğunun ailesi birkaç kuşaktır iş yapıyor. Diyelim ki öğrencisiniz. Okuldan döndüğünüzde, ancak biraz okuma yazma bilen anneniz, babanız size ev ödevinizde ne denli yardımcı olabiliyor? Peki ya babası mühendis olan Hollandalı sınıf arkadaşınızın matematiğinin sizden daha iyi olması bir rastlantı mı? Bakın bakalım Hollanda'da üniversite öğrencileri arasında ana-babası üniversite bitirmemiş olanların oranı ne, bitirmiş olanların oranı ne?
Bu "aman herşey olduğu gibi kalsın" demek değil. Göçmenlerin kadın-erkek eşitliğinde, kadınlara karşı şiddette daha kötü durumda oldukları gerçek. Ancak bu gerçeği, göçmenlere karşı nefret kusmak için kullanmak başka şey, bu durumu düzeltmeye çalışmak başka şey. Son 15-20 yıldır, göçmenlerin bu eksiklikleri, onlara karşı düşmanlık için kullanılıyor.
Komünizm yenildi, yeni düşman Müslümanlık.
Yeryüzünde "Kapitalist-Komünist" bloklaşma 1990'ların başında, Kapitalizmin kazanması ile bitti. Kapitalizmin ağababaları ekonominin çarklarını döndürecek başka kutuplaşmalar peşine düştüler. "Uygarlıkların Çatışması" başlığı altında, Müslümanlık-Hıristiyanlık ayrımını körükleyen bir sürü kitap yazıldı. En ünlüsü de Huntington'un yazdığı kitap. Daha önce Batı'nın Komünist bloğa karşı pohpohladığı, beslediği kökten dincilik birden "karşı blok" olarak adlandırıldı. Birkaç yıl sonra, "karşı"nın tanımı yalnızca köktendinci eylemciler değil, "kültürel ya da dinsel olarak müslüman olan herkes" oldu. Bu da sanıldığı gibi 11 Eylül 2001'de olmadı. Daha önce başlamıştı. 11 Eylül yalnızca ataşe benzin döktü. Bu yüzden petrol için Ortadoğu'da yapılan soykırımlara, Hollanda ya da öteki batı toplumlarında hemen hemen kimse ses çıkarmadı. PvdA'lı Nebahat Albayrak Irak'taki Hollanda askerlerini görmeye gitti ve "ne denli yararlı işler yaptıklarını" anlattı.
Bugünlerde de, Ortadoğu'da Batı'nın Türkiye'de Erdoğan eliyle besleyip büyüttüğü IŞİD'in yaptığı çağdışılıklar yeterince bu "uygarlık çatışması"nın amaçları doğrultusunda kullanılıyor.
Hollanda'ya baktığımızda, 1980'lerin ortasında bile politikacı Janmaat bugün Wilders'ın söylediklerinin çok azını söylemesine karşın, ırkçılıktan ve ayrımcılıktan ceza alıyordu. Ancak yeryüzündeki değişimi iyi algılayan VVD'li Bolkestein Hollanda'da ayrımcılığı ilk kez "kabul edilebilir" biçimde sundu ve başbakan oldu. Arkasından bu ırkçılık ve ayrımcılık bayrağını Pim Fortujn sürdürdü. Artık Hollanda basınında, TV'sinde, müslüman kökenlilere karşı en ağır suçlamaları yapmak, müslümanları neredeyse rastgele terörle suçlamak çok sıradan olmuştu. Müslümanlara karşı neredeyse herşeyi söyleyebilirdiniz ve kimse size dokunmaz olmuştu. Het Parool gazetesi Müslümanlara karşı aşağılayıcı, ayrımcı sözler yazan Heleen van Royen'in köşe yazılarını basmakta sakınca görmedi. Ancak nedense, aynı yazar, PvdA'lı Rob Oudkerk'in geneleve gidişlerini yazınca, bir biçimde Het Parool'dan ayrılmak zorunda kaldı. Benzer biçimde Rob Oudkerk Faslı gençler için ırkçı, ayrımcı "Kut Marokkanen" küfürünü ederken, PvdA kılını kıpırdatmamıştı ama Hollanda'da yasal olan geneleve gitti diye belediyedeki görevinden ayrılmaya zorlandı.
Bu "müslüman düşmanlığı" toplumda öyle bir hastalık durumuna geldi ki, Amsterdam'daki bir uzak doğu tapınağı "bizi müslümanlar tehdit etti" der demez hemen bu bir "gerçek" olarak gazetelerde başyeri aldı.... Bu tapınak daha sonra Hollanda'ya yasadışı yollardan göçmen getirmekten ceza aldığında hiç kimse bu "tehdit" suçlamasının, ilgiyi suçtan başka yöne çekmek için yapılıp yapılmadığını sorgulamadı.
Hollanda'da Groen Links dışındaki partiler "Çok-kültürlü" sözünden veba görmüş gibi kaçar oldular. Artık politikacılar çok zorda kaldıklarında "kozmopolit" diyorlardı. Okullardan Türkçe eğitim kaldırılıyor, 40 binden çok Türk kökenlinin yaşadığı Amsterdam'da Türkçe TV standart TV paketinden çıkarılıyor, çanak antenlere sınırlamalar getiriliyordu.
"Yeni kuşak yararlı göçmenler". Ayan Hırsi Ali, Afşin Ellian ve yeni Zihni Özdil.
Hollanda'daki bu politik değişim sırasında, müslümanlara karşı "farklısınız ve suçlusunuz" diyen ve "one size fits all" politikasını yerleştirmeye çalışan egemen güçler kendilerine yararlı bir sınıf buldular: "göçmen kökenli ama yararlı" kişiler. Bunlar tam zamanında yetişmişlerdi. Bunlara örnek olarak Ayan Hırsi Ali, Afşin Ellian gibi kişiler verilebilir. Bunlar Hollanda'daki egemen güçlerin göçmenlere karşı doğrudan söyleyemedikleri (bugüne dek "politik olarak doğru olmayan" şeyleri) söylemek için egemen güçlere çok yararlı kişilerdi.
Bu "yeni kuşak yararlı göçmenler", genellikle kraldan çok kralcı, "sevindirik Hollandalı" söylemlerle basın ve yayında önemli yerler edinebiliyorlar. Bunların genellikle ortak özellikleri bu sistemin içinde yetişmiş olmaları ve belki de kendi kökenlerini bir ayakbağı olarak görmeleri.
Bugünlerde öne çıkmaya başlayan Zihni Özdil'i de saymak gerek. O da son yıllarda Hollanda'daki bu siyasal ortamda yıldızı parlayanlardan birisi. En son NPO 1'deki Terugblik proğramında "uzman" olarak konuşturuldu.
Proğramda Zihni Özdil PvdA'nın sosyal demokrasi ile ilgisi olmayan (tutucu müslüman ya da MHP'li) kişileri aday gösterdiğini söylüyor. Çok doğru. PvdA hatta CDA ile GL de bunu yaptılar. Ancak bu tür "yeni kuşak yararlı göçmenler" nedense öykünün hep yarısını anlatıyorlar. Hollandalı çoğunluğun duymak istediği, azınlıklara karşı tepe tepe kullandıkları o yarı. PvdA ve öteki partiler neden kendi görüşleri ile çelişen kişileri partilerine aldılar? İşte bu atlanan ya da saklanan neden çok önemli.
PvdA ile öteki partiler bunu yaptılar çünkü, göçmen kökenlileri Hollanda politikasının içine almanın tek yolu buydu. Doğru olan da buydu. Şimdi Özdil diyor ki, "Normalde müslümanlar arasında SGP gibi tutucu dinci olanlara, PvdA kapılarını açtı". Peki PvdA, CDA bunları almasaydı, bu tutucu müslümanlar politikada nasıl temsil edileceklerdi? Tutucu Hıristiyan SGP'ye gitseler "bakın biz de tutucu dinciyiz" deseler, acaba SGP onları partiye alır mıydı? Ya da MHP kökenliler aşırı sağ bir Hollanda partisine gitseler, partiye alınırlar mıydı? Yok "ayrı parti kursunlar" diyorsanız, bu da çözüm değil. Çünkü o zaman belki yerel ölçüde temsil olacaktı ancak ülkesel ölçüde, bir azınlık olarak seslerini duyurmaları çok zor. Çünkü göçmen derken tek bir toplumdan sözetmiyoruz. Bir sürü etnik, politik farklılıklar var. Bunların bir parti kurup seslerini duyurmaları olanaksız gibi. Peki, şimdi PvdA'dan seçildiler de kendi politikalarını uygulayabildiler mi? Buna evet demek zor. Hollanda'nın egemen politik sistemi hazımsızlık çekip arada sırada göçmen kökenlileri dışarıya kusup duruyor. "Ya benim gibi olursun, ya da dışarı" mantığı ile 2006'da CDA Ayhan Tonca'yı Osman Elmacı'yı, PvdA da Erdinç Saçan'ı adaylıktan çıkardılar. 2014'te de, Tunahan Kuzu ile Selçuk Öztürk'ün başına aynı olay geldi.
Tamam, şu anda sosyal demokrat olmayan göçmenlerin PvdA'da olması sıradışı bir durum. Ancak bunun nedenleri var. Bu geçici bir durum. En azından geçisi olmalı. Bir biçimde göçmenlerin gerçek olarak Hollanda toplumunda, politikasında temsil edilmeleri gerekiyor. Bu şu ana dek hakkıyla olmadı.
Hollanda'daki egemen politik güçler kendi söylemlerini yineleyen göçmen kökenlilerin önünü açıyorlar. Onlara önem veriyorlar. 2006'da CDA'nın Ermeni savlarını kabul eden Coşkun Çörüz'ü adaylıkta üst sıralarda gösterip seçtirmesi rastlantı mı? ("Ermeni savlarını kabul edin" dayatmasını kabul etmeyen 'konuyu tarihçiler bilimsel olarak tartışsın" diyen Ayhan Tonca ile Osman Elmacı adaylıktan çıkarılmışlardı). Ya da şimdi bu TV proğramında yine Ermeni savlarını kabul eden (güncelerinden ben öyle anladım) Zihni Özdil'in görüşlerine o denli çok yer vermesi rastlantı mı? Başka bir akademili olan Armand Sağ'ı neden seçmediler? Çünkü Armand Sağ onların duymak istedikleri kilişe şeyleri söylemezdi. Zihni Özdil ise, Hollanda'da çoğunluğun duymak istediği gerçekleri söyledi yalnızca. Çoğunluğu rahatsız edecek gerçekleri söylemedi. Ben duymadım. Armand Sağ'ı çağırsalardı, Hollanda'da Türk politikacılara uygulanan "kabul et ya da atarım" dayatmasından sözetme olasılığı da vardı. İstemezler egemen güçler öyle şeyleri...
No comments